1 Şubat 2011 Salı

Pislik Adamlar

     Severim pislik adamları, dürüsttürler. Yalan söylemez, insanın suratına çarpan bir yapıları vardır. Yalanla karşılaştıklarında insanın topuğunu ensesinden sokarlar. Aynı adamların yazar olanlarını da severim. Ama popüler kültüre malzeme olmamalarını tercih ederdim. Ya da öyle görülmemelerini. Bir insanın başarılı olmasından dolayı tanınıp bilinmesinin yan etkileri olmalı.. Bukowski'den örnek vereyim; herifin herhangi bir popülerlik kaygısı kesinlikle olmamıştı. Hatta Bono ve Sean Penn'in, adına bir film yaptığını duysa, birinin üzerinde sigara söndürür, diğerinin başında bira şişesi kırardı. Tek derdi hayatını anlatmaktı. (Kimsenin okuyup okumaması da umurunda değildi.) Zaten yalnızlıktan zevk duyan bir adamın ne gibi bir popülerlik derdi olabilirdi? Çalıştığı işleri, düzüştüğü kadınları, içtiği içkileri ve at yarışına olan düşkünlüğünü anlatıp dururdu. Ama şimdi görülüyor ki Bukowski okumak ergen işi olmuş ve ayak takımının kendini bulma yeriymiş gibi gösteriliyor. Aynı yargıyı neredeyse Nietzsche ya a Sartre'a da yapacaklar. Midem kalktı. Bu tamamen kendini klasik müzik dinleyerek boynuna fular bağlayıp öksüre öksüre içmeyi beceremedikleri puronun altında ezilen, insanın özündeki ait olma duygusunun tavan yaptığı, içlerindekini sıçamadıkları için ağızlarından boktan başka bir şey çıkmayan, felsefenin karanlık ve asık yüzleri.. O'nun dağın zirvesinde yapayalnız durduğuna ve insanı mutsuz eden bir kavram olduğuna inanan postmodernizmin yavşakları. (Postmodernizm başka bir şeydir, yavşaklık başka.) Postmodernizm iyidir, onun gölgesine sığınıp yapılan yavşaklıklar değil.
       Aynı 'Pislik'liği Tarantino ve Scorsese gibi adamların filmlerinde de bulabilirsiniz. Doğadan gelen bir canlı olan insanın ne hallere düştüğünü bir gözlemleyin. Nezaket ! Bu benim gözümde ahmakların işidir. Nezaketin bittiği yerde kabalık değil, insanlık başlar. İnsanların neden bu kadar uçlarda yaşamaya hevesli olduğunu da anlamak mümkün değil, artık insanlar için neredeyse ya siyah ya da beyaz.. Tarantino'nun filminden bir örnek; Pulp Fiction filminden sadece komik sahneleri aklından tutan bir zihniyet düşünün. Ya da düşünmenize gerek yok sokağa çıkıp 'Ucuz Roman'ı izledin mi?' diye birine sorun. Gelecek tepkiler belli: ''Ayy evett yaa, çok komikti.. xP'' ya da '' Iyyy hep kan var o adamın filmlerinde yaa!..'' Bu tip adamlarla çiş kardeşi bile olmayın derim ben. Yaşanan olaylara farklı gözlerle bakma yeteneği elbette her insanda doğuştan olmayabilir fakat bu kazanılacak bir şeydir. Zihinlerde çözülemeyen şeylerin karalanması durmalı, önce bir durup, hakkında beynin yettiği kadarıyla enine boyuna düşünülmelidir. En azından bunun için çaba harcayan bir insan değer görmeye layıkdır (benim nezdimde). Bahsettiğim bu 'Pislik Adamlar'ın aslında insanın özüne en yakın canlılar olduğunu, onlara 'pislik' denmesinin aslında neyin sebep olduğunu bir düşünün. Felsefeyi yüzü asık bir kavrammış gibi gösteren insanları gördüğünüz yerden de hemen uzaklaşın. Felsefe iyidir, felsefe zihni işler ve güçlendirir, düşündükçe düşünmeye ve yorumlamaya sevk eder. Fakat düşünen insan mutsuz değil durgundur. Her durgun insan da mutsuz değildir. Zaten insanlar kusarken de hapşıramaz.